Popüler Yayınlar

25 Kasım 2015 Çarşamba

Ermeni Soykırımı Yalanı

ERMENİ SOYKIRIMI YALANI !

Ermeni sorunu var mıdır? 










Dünyayı ayağa kaldırma gayretindeki diaspora tarihi gerçekleri çarpıtıp ABD-AB parlamentolarından siyasi kararlar çıkarma oyununu sürdürmektedir… 

ABD temsilciler meclis komitesindeki rezalet karar yalanın tescili olmuştur. 

1915 tarihinde yaşanan olayları sebepleriyle değerlendirmekten kaçınan önyargılı yaklaşımlarla Osmanlıyı bölmeyi amaçlayan Emperyalist oyun sürdürülmek istenmektedir… 

Ermenilerin o dönemde egemenlik haklarının ihlal edildiğini söylemeleri zaten bir hayal değil mi? 

İddialarda yer alan köklü bir yer ve tarih yoktur. 

Zaten Ermenistan diye bir bölgenin zabıtlara geçmesi “Ayastefanos” anlaşmasıyla olmuştur.

1877–1878 Rus savaşı sonrasında Rusların boşalttığı bölgede yaşam alanı oluşturmuştur… Ermenilerin bağımsızlık hayalini başlatan süreçte bu tarihte başlamıştır. 

Berlin anlaşması ile de Rus ve İngilizler tarafından kullanılan Ermeniler hep kullanılan taraf olmuşlardır. 

Sözde Ermeni soykırımı yalanı ile başlayan süreçte bu propagandanın ürünü olup gerçekte böyle bir mesele bulunduğu söylenemez… 

Ermeni sorunu dedikleri aslında Emperyalizmin Osmanlı devletini yıkma ve paylaşma politikasının uzantısından başka bir şey değildir… 


Ermeni tarihi nedir? 

Kısaca bakalım; Ansiklopedik ve bazı yazılı kaynaklarda Erivan,Nahcıvan ve Rumiye gölü çevresi ile Mako bölgesine yukarı memleket anlamına gelen Ermenia, bu yörede konuşlanmış halka ise Ermeni denildiği yer almaktadır… 

Ermeni tarihçilerin bir kısmı Hititlerden olduklarını savunurken, diğer kısmı ise Nuh’un oğlu Hayk’a dayandırmaktadır. 

Ermeni tarihçilerin bile kökenleri konusunda fikir birliği sağlayamadıkları görülmektedir. 

Böyle bir çelişki elbette Tarihte yaşamış Ermeni nüfus rakamları konusunda da çelişkiler ortaya çıkmaktadır. 

Tarihsel kesitlere bakınca, Ermenilerin sırasıyla, Pers, Makedon, Selefkit, Roma, Part, Sasani, Bizans, Arap ve Türklerin hâkimiyeti altında yaşadığı bilgisine ulaşılmaktadır… 

Ermeni Halkının insanca yaşama hakkına erişmesi Selçuklu Türkleri döneminde olmuştur. 

Fatih Döneminde Din ve vicdan hürriyeti verilerek, cemaatin din işleri için patriklik kurulup, din adamlarının kendileri tarafından seçilmesine izin verildiği görülmektedir… 

Anadolu’nun Türk idaresine girmesiyle İnsani yaşam standartları gelişmeye devam etmiştir. 

Mesela; kendi dillerini tam serbestlikle konuşmaya devam etmişlerdir. 

Ermeni adlarının serbestçe kullanılmasına izin verilmiştir. 

1567 yılında İstanbul’da Sivaslı bir Ermeni olan Akpar adlı bir papaza matbaa kurma izni verilerek 1910 yılına gelinene kadar Ermenice 5 gazete ve 7 dergi çıkarılmasına 

Kadar özgürce yaşam süren Ermeniler Osmanlı hoşgörüsünden memnun kalmışlardır… 

O dönemde Askerlik ve Vergiden kısmen Muaf olan Ermeniler ticaret sanat ve tarım alanında önemli görevlere bile yükselmişlerdir.,. 

Osmanlı döneminde Ermeniler, bu hoşgörüye karşılık vermiş oldukları hizmetten dolayı “millet-i sadıka” olarak adlandırılmıştır… 

Günümüze gelinceye kadar geçen süreçte Ermeni halkının hiçbir sorunu olmadığı gibi Türkiye’de çözüm bulamadıkları hiçbir meselede olmamıştır. 

Ermeni diasporasının iftiradan sonuç çıkarma oyunu sürerken, Soykırımı yalanı konusunda bazı parlamentoların aldığı tanıma kararlarının da oralarda içi siyaset malzemesi yapıldığı açıkça görülmektedir. 

Yani Diasporanın ince hesapları Ermeni halkının kullanılmasına sebebiyet vermektedir… 

Ermeni sorununun çıkışı! 

Yıl 2008… 

Ermeni soykırım yalanı ile hortlatılan sorunun ortaya nasıl çıktığına göz atalım… 

Çünkü bu meselenin ne tür çıkar kaygılarıyla ortaya çıkarılıp, mesnetsiz iftiraların nasıl ortaya atıldığına ışık tutmak için Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihsel sürecine göz atmak gerekmektedir… 

Osmanlı döneminde misyoner okullarının kurulması için Avrupa’nın müdahalesine maruz kalınınca ilk ciddi ilişki bozukluğuna sebep olmuştu. 

O dönemin Avrupalı yöneticileri Ermenileri Türk toplumundan koparma sevdasına düşmüş, “Islahat” adlı proje ile Osmanlının içişlerine karışmayı ve Ermeni komitelerini Osmanlıya karşı kışkırtmayı silahlanmaya hatta karşı koymaya dönüştürmeye kalkışınca Ermeni meselesi denen sorun ortaya çıkmıştır… 

Diasporanın sözde iddiaları… 

Ermeni topraklarının ellerinden alındığı söylenmektedir… 

Türkler, 1877–78 savaşından itibaren Ermenileri sistemli olarak katletmiştir… 

Talat Paşanın gizli katliam emri verdiği yalanı iddia edilmektedir. 

Soykırıma uğrayan nüfusun 1,5 milyon olduğu iddialar arsındadır. 

Türkler, 1915 yılından itibaren planlı soykırımı yapmıştır. İftirası ise sürdürülmektedir… 

Ermeni nüfusu? 

Ermeni patrikhanesine göre, 2,5 milyondu… 

Lozan konferansı heyetine göre 2,2 milyondu… 

Fransız sarı kitabına göre 1,5 milyondu… 

Britannica’ya göre 1,5 milyondu… 

İngiliz klasik yıllıklarına göre 1 milyon… 

Osmanlı resmi arşivi1893 sayımına göre 1.001 milyon kişidir… 

1906 sayımında 1.120 milyon,1914 istatistikînde ise 1,221 milyondur. 

Bu resmi sonuçlara göre, Ermeni halkının tüm dönemlerde 1,250 milyon nüfusu geçemediğine göre Ermeni diasporasının 1,5 milyon ermeni soykırımına uğradı diye yaygara yapması kocaman bir yalan değil ise nedir? 

Kaldı ki Tüm sayımları yapan İstatistik kurumun başında bulunan kişi ise1897–1903 yılları arasında Mıgırdiç Şınapyan isimli ermeni bir vatandaştır… 

1903–1908 yıllarındaki istatistik ise Robert isimli bir Amerikalı uzman tarafından yapıldığı söylenmektedir… 

Olmayan nüfusun katledildiğini iddia etmek bilime mantığa aykırı bir durumdur. 

Ermeni çeteci isyan ve katliamlar 

Berlin anlaşmasını izleyen dönemde Ermeni örgütler Batılı güçlerce silahlandırılıp desteklenerek Anadolu ve Çukurova’da yer altı faaliyetleri sergilemiştir. 

Batılı devletlerde Osmanlı hükümeti üzerinde baskı kurmaya başlamışlardı. 

Rus kışkırtmaları artınca İngiliz ve Fransızların Ermeniler üzerindeki ilgisi artmıştı. 

Doğu Anadolu’daki batılı diplomatların misyonerlik faaliyetleri armış, oralara Protestan misyonerler gönderilmişti. 

Tüm bu faaliyetler ve kışkırtmalar Osmanlının hoşgörü ve güvencesinde yaşayan Ermeni nüfus tarafından destek görmeyince isyan yanlısı komitacı çeteler başarılı olamamıştır. 

Bu plan tutmayınca Rus Ermenilerine kurdurulan Hınçak ve Taşnak komiteleri birbirini izleyen bir dizi ayaklanma girişiminde bulunmuştu. 

Yakıp yıkma faaliyetleri artmıştı. Askerde olan kişilerin aileleri taciz edilmekteydi. 

İlk İsyan 1890 da Erzurum’da gerçekleşti. 1892–93 de kayseri, Yozgat, çorum ve Merzifon olayları olmuş. 

1894 Sasun isyanı ile izleyen zamanlardaki Van isyanı ve Osmanlı bankasının işgalini, 1905 Sultan Hamit suikast girişimi ve 1909 Adan isyanı izlemiştir… 

Bu isyanların tümünün Osmanlı kuvvetlerince bastırılması propaganda maksatlı olarak “Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor” mesajıyla verilince sorun boyut değiştirerek iftira ve yalan dönüşmüş müdahale çağrıları yapılmıştır. 

O dönemde Ermeni propagandasının Batıya yayılmasını sağlayan misyonerlerin şimdi de piyasaya çıkması bu oyunun bugün de sürdüğünü göstermektedir… 


24 Nisan 1915 süreci nedir? 

24 Nisan 1915 tarihi neyi ifade etmektedir. 

Soykırım yalanına “temel” tutulan bu tarih neden önem kazanmıştır… 

Osmanlı hükümeti çetecilerin çıkardığı Dışarıdan desteklenen isyan ve katliamlar karşısında, Ermeni din adamları ile Ermeni halkının sözcülerine bu tutumu sürdürmeleri halinde önlem alınacağını önceden duyurmuştu… 

Bugün olduğu gibi Olayları tırmandırmayı sürdüren çetecilere karşı cephe gerisinde kalan çoluk çocuk ve yaşlı halkın can güvenliğini temin etmek için 24 nisan 1915 de Ermeni komiteleri kapatılarak, 2345 kişi Devlet aleyhinde faaliyet göstermekten tutuklanmışlardır… 

Ermeni diasporasın her 24 Nisanda ortaya attığı inanılmaz iddianın sebebi budur. 

Tehcir kanunu nedir? 

Osmanlı hükümetin kanuna dayandırdığı bu uygulama aslında keyfi değil zorunluluktan ortaya çıkmıştır. 

Bu kanunun özü Savaş hallerinde iç güvenliğin temini ve yönetime karşı tutum izleyenlere karşı alınacak askeri tedbirleri içermektedir. 

Bazı Ermeni çeteciler tutuklanınca 24 Mayıs 1915 de Rusya, İngiltere ve Fransızların yayınladı ortak bildiri ile Anadolu’da Ermenilerin öldürüldüğünü iddia etmiş bu olaylardan Osmanlı hükümetini sorumlu tutacakların açıklamışlardır. 

Konunu böyle bir boyut kazanmasıyla Daha önceden taslak haline getirilen Tehcir kanunu Metni Talat Paşa Tarafından Başvekâlete gönderilmesiyle bu metin Mecliste usul-ü karara bağlanmıştır. 

Böylece 27 Mayıs 1915 günü çıkan “yer değiştirme kanunu” 1 Haziran 1915 günü dönemin Takvim-i vakayi gazetesinde yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. 

Kanunun içeriğine bakınca herhangi etnik grup ve zümrenin zikredilmemiş olması kanun kapsamının devlete karşı gelen kim olursa olsun uygulanacağı teminatını vermiştir… 

Kanunun; 

Maddesi: Devletin güçlerine ve kurulu düzenine karşı muhalefet, silahla tecavüz ve mukavemet görülürse şiddetle karşı konulması ve imha edilmesi. 

Silahlı güçlere yönelik “casusluk ve ihanetleri tespit edilen köy ve kasabaların” başka bölgelere yerleştirilmesi, 

Kanunun yürürlülüğü ve uygulanmasıdır… 

Görüldüğü gibi bu kanun devletin güvenliğini sağlamak amaçlı bir yetki kanunudur… 


Tehcir neden yapılmıştır? 

1 Haziran1915 tarihinden sonra yer değiştirme kanunu olarak uygulanan Tehcir aslında saldırgan tutumun sürmesi sonucu uygulanmıştır. 

Yakıp yıkan çetecilerin halka zarar vermemesi ve sakince yaşayan insanların saldırıya maruz kalmaması için yapılan bir önlemdir… 

Dünya savaşı sürerken halkının güvenliğini tesis eden bu uygulama aslında güvenlik gerekçesiyle yapılmış bir uygulamadır. 

Hatta Hasta özürlü ve Devletine sadık kalan Bankacı, subay, görevli hiçbir Ermeni vatandaş zorunlu göçe tabi tutulmamıştır. 

Van Bitlis, Erzurum’dan çıkarılan Ermeniler güney ve batı ya gönderilmiş, bu göç sırasında ise kimse ölmemiştir. 

Batılı istatistikçilerin o dönemde ortaya koyduğu Ermeni nüfusunun tamamı 1,2 milyon civarındayken Tehcir sırasında soykırım yapıldığını iddia edenlerin “1,5 milyon kişi katledildi” yalan ve yanılgısını göstermektedir… 

Yer değiştirme sırasında soykırım maksadı ile Osmanlı ordusu tarafından öldürülen tek bir ermeni vatandaşının olduğu tarihin hiçbir kesitinde yoktur… 

Öldüğü iddia edilenlerde isyana kalkışan çetecilerdir… 

Yer değiştirmeye tabi tutulan nüfus; 82,800 İstanbul, 60.100 Bursa, 4548’i Kütahya, ve 20,237 si Aydın olmak üzere Toplam 167,778 kişidir. 

Tüm bu göçler sırasında yabancı diplomatik gözlemciler bulunmuştur. Ve usulüne uygun yapılmıştır. 

Amerika’nın Mersin Konsolosu Edward Natan’ın 30 Agustos 1915 de Amerikan Büyükelçisine gönderdiği raporda, Tarsus’tan Adana’ya kadar olan güzergâhın Ermenilerle dolu olduğunu; Kalabalığın olağan sıkıntılar yaratmasına rağmen Hükümetin son derece intizamlı tutumu sayesinde şiddet ve düzensizlik olmadığını yoksullara yardım edildiğini raporunda belirtmiştir. 

Talat paşanın Telgrafı? 

Sözde Ermeni soykırımı iddiasını ortaya atan Diaspora ve cahiliye takımı Talat paşanın gönderdiği şu telgraf metnini iddialarına kaynak yapmaktadır; 

İşte telgrafın metni; “ Ermenilerin bulundukları yerden çıkarılarak tayin edilen bölgelere sevklerinden hükümetçe takip edilen gaye, bu unsurun hükümet aleyhine faaliyette bulunmalarını ve bir Ermenistan hükümeti teşkili hakkındaki emellerini temin edemeyecek hale getirilmelerini temin etmektir. 

Bu kimselerin “imhası” söz konusu olmadığı gibi, sevkiyat esnasında kafilelerin güvenliklerinin sağlanması ve muhacirin tahsisatından sarfiyat yapılarak iaşe ve her türlü tedbir alınmalıdır… 

Talat paşanın emri budur… Bu telgraf bırakın katliam yapmayı bilakis korumayı amaçlamaktadır. 

Talat paşaya atfedilen sahte belgeler bir soykırım suçlusu yaratmak için üretilen sahte belgelerdir… 

Görüldüğü gibi diosporanın belge dediği yalan ve iftira belgesinin aslında Göç eden ermeni nüfusun her türlü ihtiyacı bile göçmen genel müdürlüğü bütçesinden karşılanmıştır. 

Bu rakamlara dikkatle bakalım; 1915 yılında 25 milyon, 1916 yılında 230 milyon harcandığı belgelerde göze çarpmaktadır. 

Göç esnasında ise tüm mallarının ve hayvanlarının beraberinde nakledilmesi de karar bağlandığı görülmektedir. 

Peki bu kadar hassasiyetli bir göç için Talat Paşa neden katliam emri versin, bu tez aklın ve mantığın alamayacağı bir iftiradır… 

Ermenilerin yerleştiği yerler 

Zorunlu göç kanununa tabi tutulan 438.758 kişi Musul’un güneyi, Urfa, Adana, Halep’in doğu ve Güneydoğusuna yerleştirilmiştir… 

Yeni yerleşim alanlarının Bağdat Demiryolunun 25-30 Km uzağına ve Bölgedeki Müslüman Nüfusun sayısın geçmemek şartıyla yerleştirilmiştir… 

Yerleşkelerin 50 haneden fazla olmamasına dikkat edilerek güvenlik içinde yaşamları temin edilmiştir.,. 

Ermeni Diasporasının Abarttığı Ermeni Nüfusunun görüldüğü gibi tamamı göçe tabi tutulmamıştır. 

Bu sevkler sırasında 56 bin kişi öngörülen bölgelere ulaşamamış, bu kişilerin 500 kişisi Erzurum Erzincan arasında, 2000 kişisi Urfa Halep arasındaki eşkıya tarafından, 2000 civarında göçmen ise Arap aşiretleri ve çeşitli münferit kişilerce öldürüldüğü ifade edilmektedir. 

Yerleşim bölgelerine ulaşmadığı düşünülen 16000 kişi ise Tehcirin durdurulması sonucu kendi diledikleri bölgelere gitmişlerdir… 

Tüm bu gelişmeleri değerlendirdiğimizde sistemli bir katliama ve soykırımından söz etmek cehalettir. 

Dışarı kaçan Ermeniler vardır! 

Resmi kaynaklar ile Araştırma yaparken incelediğimiz belgelerden Zorunlu göçe tabi tutulan fakat bölgelerine intikalden kaçan bir çok Ermeni vatandaşın Rusya, Batı ülkeleri ve Amerika’ya kadar uzanan bölgelere kaçak yollardan intikal ettikleri de anlaşılmaktadır. 

O dönemde Osmanlı ordusunda silah altında bulunan Ermenilerden 50.000 civarında askerin Rus ordusuna katıldığı, hatta 50000 civarında Ermeni gencinin ise Amerikan ordusunun gözetiminde Türklere karşı savaşmak için eğitim aldıkları kaynaklarca iddia edilmektedir… 

Amerika’da yaşayan Bir zat’ın Elazığ Dava Vekili Murad Muradyan’a yazdığı mektupta bu neviden bilgiler bulunmaktadır. 

Bu tür belgelerden anlaşılan Osmanlı vatandaşı birçok Ermeni’nin Savaştan önce Ecnebi diyarlara dağıldığı anlaşılmaktadır. 

Hatta Artin Hotomyan Adlı bir Ermeni’nin 19 Ocak 1915 de Amerika’dan Emniyet güçlerine yazdığı mektupta Yasadışı yollardan on binlerce Ermeni’nin yurt dışına kaçırıldığına yönelik itiraflarda bulunduğu söylenmektedir… 

1918 yılında, Ermeni Delegasyonu Başkanı olan Boghos Nubar Paşanın Fransız Dışişleri Yüksek yetkili Bakanı Monseiur Gout’a gönderdiği raporunda; 

Kafkasya’da 250.000, İran’da 40,000, Suriye’de 80,000,Musul-Bağdad’da 20,000 olmak üzere toplamda 390,000 kişinin Türkiye’den ayrıldığını, münferit sürgünlerle birlikte 650-700 Ermeni’nin çeşitli bölgelere gittiğini ifade etmiştir… 

Sonuç olarak; zorunlu göçe tabi tutulan 400 kişi ile kendi isteğiyle ayrılan kişileride hesaba katarsak, Sağ salim yaşayan nüfus ile 1914 sayımlarında elde edilen rakamlarla birlikte değerlendirilince, Soykırım iddialarının dayanaksız olduğu anlaşılmaktadır. 

Tabloyu genelleştirirsek; Göçle veya kendi iradesiyle ayrılanlar ve gittikleri bölgeler Şöyledir; Kafkasya 345,000 kişi, Suriye 140,000, Yunan yarımadası 120,000, Bulgaristan 40,000, İran, Lübnan, Mısır, Irak, Ürdün, ABD ve Fransayı da ilave edersek 850–900 Ermeni’nin gittiği anlaşılmaktadır. 

1914–1918 istatistiklerine göre 1.221.000 toplam nüfus olduğuna göre, Katliamda söz etmek mümkün değildir… 

Devlet saldırıları bilakis önlemiştir! 

Araştırmamızın Başında söylediğimiz gibi amacımız kimseyi yargılamak elbette değil sadece araştırmamıza konu olan sözde soykırım iddialarının dayandırılmak istenen tarihi gerçeklerden inceleme yaparak bir kanat oluşturmaktır. 

Bakınız; Bu göçleri sadece tarihi belgelere göre değil zamanın şartlarına göre de değerlendirmek gerekmektedir. 

Mesela 8 Ocak 1915 tarihli bir telgraftan anlaşılan şu; Halep’e 1 saat mesafede Meskene’ye kadar olan bölgede Arap eşkıyasının gasp amacı ile saldırdığı göçmenlerden ölenlerin olduğu anlaşılmaktadır. 

Bu ve buna benzer eşkıyalıkların olduğu tarihi bir gerçektir. 

Osmanlı Hükümeti bir yandan cephede savaşırken, diğer tarafta kafilelerin güvenliğini sağlamak için azami gayret sarf etmiştir. 

Hatta görevlerini savsaklayan, kötüye kullanan görevlileri tespit için özel komisyon kurmuş, Bu görevlilerden suça iştirak eden varsa Divan-ı Harp’e sevk etmiştir. Bazıları da ağır cezalara çarptırılmıştır… 

1919 da Göçebeler geri çağrılmıştır! 

Techir’in uygulanması 8 Şubat 1916’da durdurulmuştur. 

Birinci Dünya savaşının sona ermesinin ardından, Güvenlik amacı ile yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin istedikleri zaman istedikleri yere geri dönenebilecekleri konusunda kararname çıkarılmıştır. 

1919 da Başbakanlığa gönderilen yazıda her isteyenin istediği yere nakledilmesi sağlanacağı belirtilmiştir. 

İftira bir kampanya’ya dönüşmüştür. 












Ermeni tezlerine bakınca tamamen kurgu ve çarpıtmanın Batılı güçlerce de desteklendiği anlaşılmaktadır. 

Mesela, Osmanlı Hükümeti’nin yer değiştirme uygulamasını büyük bir titizlikle ve iyi bir şekilde yaptıklarını raporlarında belirttikleri halde Batı basını Olayları saptırarak vermeyi tercih etmiştir. 

Niteki Amerika’nın Mersin Konsolosu Edward Natan sevkiyatın son derece düzen içinde yapıldığını raporladığı halde, İstanbul Elçisi Morgan Tou Olayları gerçeklere ters şekilde ülkesine bildirmiştir. 

Sonuçta Amerikan kamuoyu bu iftirayı Türkler aleyhine değerlendirmiştir. 

Ayrıca, İngiltere de Ermeni olayları hakkında yayınlanan Mavi kitapta Osmanlı ülkesinde bulunduğu savunulan Bir milyon sekiz yüz bin Ermeni’den üçte birinin katledildiği savunulmuştur. 

Bu çarpıtmaları dayanak yapan Diaspora gerçek tarihi araştırıp olaylarla birlikte değerlendirmek yerine İftiradan siyasi sonuç çıkarma yolunu seçmiştir. 

Günümüze gelince Birçok Parlamentolar bu iftiraların ışığında siyasi kararlar alarak Ülkelerindeki Ermeni nüfusun oylarına göz dikmişlerdir. 

Bu “ahtapotvari” tertip şimdi de sözde aydınları motive ederek özür kampanyaları tertiplemektedir. 

Ermeni hükümeti ile diasporasının izlediği bu yol kargaşadan sonuç çıkarma girişi olarak algılanmaktadır. 


Diaspora şiddet kullandı! 

Türkiye açısından bu meselenin başka bir boyutu da vardır. 

Ermenilerin Türklere karşı silahlı terör eylemlerine başlamasının Başlangıcı olarak kabul edilen 1905 de II. Abdulhamit’e yapılan bombalı saldırıdır. 

Terör ve şiddetten beslenerek stratejik bir hedef tasarlayan Diaspora kurduğu Hınçak, Taşnak, Ramgavar, Hınçak ihtilal komitesi,Silahlılar cemiyeti,Ermenistan doğu cemiyeti, gibi ayaklanmaları planlayan terör örgütleri tesis etmişlerdir. 

Cumhuriyetin ilanına kadar olan zaman diliminde kanlı eylem ve ayaklanmalara girişmişlerdir… 

1965 yılına kadar sakin bir dönem geçmiştir. 

Bu tarihten sonra yeniden ortaya çıkan isyancı ve kopuntu lobiler 1972 ye kadar Türk diplomatlarına suikastlar yaparak Batılı ülkelerde anıtlar dikmeye başlamışlardır. 

Terörü özendiren ve eylemleri planlayan Hınçak ve taşnak örgütlerinin uzantısıdır. 

Bu dönemde değişen strateji ile “ASALA” Terör örgütü sahneye çıkarılmıştır… 

ASALA terörün en acımasız ve Barbar yöntemlerini kullanarak insanlık dışı eylemler planlarken en büyük destekçileri hınçaklar olmuştur. 

Doğu Ülkeleri ile Avrupa, Suriye, Yunanistan da üstlenen Terör gurupları Kıbrıslı Rumları da kullanarak insanlık dışı eylemlere imza atmışlardır. 

1980 e kadar sürdürdükleri İnsanlık suçu eylemleri Dünyadan yükselen tepki üzerine PKK ile işbirliği yaparak strateji değiştirmek zorunda kalmışlardır. 

En somut örnek; PKK 21-28 Nisan 1980 tarihini “Kızıl Hafta” olarak ilan edip,24 Nisan Tarihini de Ermenilerin sözde katledilme günü olarak anarak toplantılar yapmaktadır. 

8 Nisan 1980’de Lübnan’ın Sidon kentinde PKK-ASALA Terör örgütleri toplanıp ortak bildirge yayınlama girişiminde bulunmuş, tepkiler üzerine bu ilişkinin gizli seviyeye çekildiği söylenmektedir… 

4 HAZİRAN 1993 Tarihinde; Ermeni Hınçak partisi ile ASALA ve PKK terör örgütleri Batı Beyrutta PKK merkezinde toplantılar yapmışlardır. 

Günümüzde süren terör olaylarında yakalanan bazı şahısların Ermeni asıllı çıkması bu ilişkileri doğrular niteliktedir. 

Rusların terk ettiği bölgeye stefanos anlaşmasıyla yerleşen Ermenilerin Devlete dönüştüğü bilinmektedir. 

Şimdi Büyük Ermenistan hayali ile genişleme ve intikam nutukları atan aşırı uçtaki diasporanın iftira yöntemi ile yeni bir terör yöntemi denediği değerlendirilmektedir. 

  

Peki, soykırım nedir? 

Osmanlı hükümetinin kanun kapsamında yabancı gözlemcilerin de gözleri önünde yaptığı “Tehcir” yıllar sonra hasım devletlerce Sözde Soykırım olarak neden değerlendirilmektedir? 

Ermeni lobileri neyin peşindedir? 

Diaspora Ermeni halkını oy uğruna Emperyal güçlere pazarlıyor mu? 

Peki, Tüm bu soruların oluşmasına sebep olan iftira kampanyalarına meze edilen soykırım nedir? 

Soykırım; “Irk, Millet, Etnik ve Din farklılıkları nedeniyle İnsan guruplarını sistematik olarak ve DEVLET eli ile yok edilmesi eylemidir” 

Bu suç direk olarak ancak Hükümet tarafından direkt olarak işlenebilir. 

Tarihi veriler ve yaşanan olaylar ile Yabancı gözlemcilerin araştırmaları birlikte değerlendirildiğinde O dönemde Osmanlı Hükümet ve görevliler intizam ve güvenliği sağlamak için Azami gayret göstermiştir… 

Bu elçilerin raporlarıyla sabittir. 

Kaldı ki!, Birleşmiş milletler soykırım suçunu önlemek amacı ile 1948 de “Soykırım sözleşmesini” kabul etmiş, Türkiye 1950 bu sözleşmeye taraf olmuştur. 

Soykırım denince Nazilerin etnik guruplara ve Yahudilere yaptığı kitlesel kıyım akla gelmektedir. 

1939-45 arası dönemde 5-6 milyon Yahudi, 3 milyon Sovyet tuksak, 1 milyon Yugoslav ve Polonya halkı ile 200 civarında Çingene kıyıma uğramıştır soykırım bu değil midir?... 

Soykırım suçu gerçek manada bu olaylarda işlenmiştir. 

Ermeni diasporasının yalanlarının aksine 1915 de Ermeni halkı güvenlik amacı ile güvenli bölgelere nakledilmişlerdir. 

Bu nakillerde kanun ile icra edilmiştir. 

O dönemlerde bazı bölgelerde ölümler olmuştur. Ancak bunun sebebi Katliam değil, dönemin Şartları hastalıklar, savaş ve isyanlar ile araç, yakıt, gıda yetersizliği, iklim koşulları ve Arap eşkıyalarının gasp girişimleridir… 

Osmanlı Hükümeti maksimum çaba göstermesine rağmen birkaç bin ölüme mani olamamıştır… 

Bu ölümlerin hiç birinde ne kasıt ne de katliam söz konusudur. 

İddiaların hukuki yönü nedir? 

Soykırım suçu hukuki bir terimdir. 

Bu suçun kapsam ve çerçevesi 9 Aralık 1948 tarihli suçu önleme ve cezalandırma sözleşmesi ile çizilmiştir. 

Suçun niteliğe ve sözleşmenin kapsamı incelendiğinde böyle bir suçu Tüzel kişilikler değil, gerçek şahısların suçu işleyebileceğini göstermektedir. 

Bu suçu ortaya çıkaracak yetkili merci ise suçun işlendiği ülkenin bağımsız mahkemeleridir. 

Sözleşmenin 9. maddesi devletin bu alandaki sorumluluğundan bahsetmektedir. 

Ancak burada sözü edilen taraflar arasında sözleşmenin yorumu, ve uyuşmazlık olması durumudur. 

Eğer böyle bir durum ortaya çıkarsa meselenin götürüleceği yer Adalet divanıdır. 

Bu çerçeveye rağmen Bazı ülke parlamentolarının, Eyalet meclislerinin ve Avrupa parlamentosunun yetkilerinin bulunmamasına rağmen, kendilerini yargı kurumu yerine koyup iftiradan hüküm tesis edip soykırım suçuyla alakalı siyasi kararlar çıkardığı görülmektedir… 

Bu mesele Birleşmiş milletler Alt komisyonunda bile görüşülerek sunulan whittaker raporunu kabul etmemiştir. Sadece not etmekle yetinmiştir. 

Diplomasi bilenler anlayacaktır ki, bunun anlamı ret etmektir…. 

Böyle açık bir ret kararına rağmen bu meseleyi kara bir propagandaya dönüştüren Ermeniler bu not halini kabul edilmiş gibi telafuz ederek yalanlarını sürdürmüşlerdir. 

Bunun tek sebebi var; O sebep mesnetsiz iddiaların siyasal kararlarla oldu bittiye getirilmesi hayali olduğu düşünülmektedir. 

Alınan kararlar hukuki değil, siyasidir… 

Radikal Ermeni gurupları birtakım pazarlıklar sonucunda siyasal kararlardan Hukuki sonuç çıkarmak için Parlamentoları zorladıkları görülmektedir. 

Bu siyasi kararların ardında Ermenilere hoş görünmek, sözde acılarını dindirmek, Türkiye’ye başka alanlarda baskı yapma ve AB yolunda engel olma niyetleri olduğu izlenmektedir. 

Batılı mantalitenin en çok etkilendiği şey bu iddiaların gerçekliği değildir. 

Bu karaların sebebi şu olabilir; 

Batılılar Haçlılar döneminden başlayarak yüz yıllar boyunca Kötü Türk imajı ile beslenmiş olan, Birinci Dünya savaşı sırasında sahnelenen Türk karşıtı (gerçek dışı) propagandalardan etkilenen toplu belleğin, Ermeni diasporasının yalan ve iftiralarını incelemeyen kör bir bakışın neticesi olabilir… 

Yetki kimdedir? 

Yukarıda belirtildiği gibi, Eyalet ve Belediye Meclisleri ile Parlamentoların yetki gaspı yaparak her hangi bir ülkede “soykırım suçu işlenmiştir” diye karar almaya yetkili değildir… 

Bu kurumların kendini yargı yerine koyarak siyasi karalar alması Dünyada kutsal kabul edilen Adalet ilkesine ağır darbe vurmaktadır. 

Oysa hukukun temel kavramı her hangi bir suçlama karşısında gerçek yada tüzel kişinin kendini sonuna kadar savunma hakkı vardır. 

1915 yılında Osmanlı Ermenilerine karşı suç işlendiğini iddia edenlerin lafı ile Çıkarılan kararlar açıkça göstermektedir ki, bu mesele mesnetsiz ve siyasidir. 

Demokrasi ve Adaletten bahseden Batı şimdi bu ciddi bir yanılgı içinde olduğunu mutlak fark etmelidir. 

  

Soykırım sözleşmesi ihlal edilmektedir? 

8 Şubat 1948 tarihli soykırım sözleşmesi iki açıdan ihlal edilmektedir. 

1- Yargı ve değerlendirme yetkisi olmayan parlamentoların Birleşmiş milletlerce Çerçevesi çizilen ve güvence altına alınan sözleşmeye aykırı hareket etmektedir. 

Fransa Devletinin başı olan Cumhurbaşkanı Bu yasayı onaylayarak, hükümeti sorumluluk altına alan ciddi bir hata yapmıştır. 

2- Soykırım suçu gerçek kişilerce işlenebileceği halde bu güne kadar gerçek kişilere açılmış bir hukuki dava açılmamış, usule uygun bir işleme rastlanmamıştır bu durum göstermektedir ki tüm iddialar hukuk dışı ve yalandır. 

  

  

Ermeniiddialarının asıl hedefi nedir? 

Değerli okurlar bu bölüme kadar Yaşanmış tarihi olayları ve olayların gelişmesi ile hukuki yönünü değerlendirmeye çalışılmıştır. 

Bu bölümde Ermenilerin Yaptıkları Tüm manevralarla neyi hedeflediklerini araştırmaya devam edeceğiz… 

Bu güne kadar okuyup değerlendirmeye çalıştığımız olaylarda asıl hedefinin farklı olduğu kanaati oluşmuştur… 

Siyasi değerlendirmelerden Hukuki sonuç elde etme çabalarına kimler alet olmaktadır? 

Ermenistan Türkiye’nin tek taraflı olarak soykırım suçunun kabul edip özür dilenmesini istemektedir. 

Yürütülen kampanya stratejinin temel amacı; Osmanlı Devletini siyasi bakımdan mahkum ettirmek, Bu kararın arkasından toprak,tazminat ve diğer hukuki sonuçlar çıkarmaktır. 

Tarihi sonuçlarıyla değerlendirmekten kaçan Diaspora siyasi karalarla Türkiye’ye fatura ödetmek istemektedir. 

Bu çerçevede Ermeni propagandacılar, Başta ABD Başkanı olmak üzere birçok lidere ve ülkeye bu tezi kabul ettirmek istemektedir. 

ABD başkanı Bush’un 24 Nisan 2001 Günü Ermeni meselesiyle alakalı soykırım sözünü kullanmamış olması diasporayı son derece rahatsız etmişti. 

ABD başkanı protestolara maruz kalmıştı. 

Türkiye’de tartar bulamayan Guruplar meseleyi dış destekli bir platforma çekmek istemektedir.. 

  

Ermenistan Hukuk dışına çıkmak istemektedir. 

Türkiye’ye Sınırlarınızda gözümüz yok! Diyerek takiye yapan Ermenistan Yöneticileri bir yandan da sınır protokolünü tek taraflı fes ettiğini açıklamaktadır. 

Uluslar arası hukuk ve Birleşmiş milletlerin kararlarını tanımamak anlamına gelen bu davranışı iyi niyetli olarak yorumlamak mümkün olabilir mi? 

Dünya’ya servis edilen sözde haritalardan anlaşılan Batı Ermenistan toprakları diye belirtilen haritalar iyi niyetli kabul edilebilir mi? 

Türkiye bu meseleyi AGİT ve AB konseyi çerçevesine taşıyıp, sınırın değişmezliği konusunda gerekli girişimleri mutlak yapmalıdır. 

Sayın Gül’ün Ermenistan ziyareti Türk tarafının pozitif niyetini ortaya koymuştur, ancak Diaspora ve Ermenistan bu iyi niyetli girişim kısa zamanda unutmuştur. 

Uluslararası hukuk ve BM karalarını zorlayan Ermenistan’ın Çözümsüzlükten sonuç çıkarmak istedikleri açıktır… 

  

AB hukuksuzluğaAlet olmaktadır! 

Ermeni propagandasının mimarları Her koldan çalışmaktadır. 

ABD ve AB üzerinde geniş kapsamlı lobi yapan Diaspora Bir çok ülkede veya eyalette parlamento ve meclislerinde siyasi kınama kararları aldırmayı başarmıştır. 

Örnek olarak; Fransız parlamentosu 0cak 2001 tarihinde soykırımı zikreden yasayı Parlamentonun cılız bir toplantısında oldu-bitti şekliyle onaylamıştır. 

Fransa Eski Cumhurbaşkanı Mitterant, Ermenilerin soykırım savını Vienne kentinde yaptığı bir konuşmada onayladığını beyan etmiştir. 

Fransızlar açısından düşününce bu gibi hukuki değeri bulunmayan karaları hep aldığı görülmektedir.. 

Fransız Parlamentosunu aldığı bu karar bir diyet ürünü ve çok yakın ilişki içinde bulundukları Ermenileri cesaretlendirmiştir. 

16 Kasım 1993 Tarihinde Amerikalı Tarihçi Bernard Lewis le, Tarihin yanlış okunup yorumlandığını belirtmesi sonucunda Fransız adaleti bu konuda çıkarılan yasaya dayanarak mahkum etmişti. 

Bu durum Fransız adalet sisteminin çıkarlarına göre düşünmeyi ve ifade özgürlüğüne ne kadar dar baktığını göstermektedir. 

Bu ve benzer olaylar birlikte değerlendirilince 2 yüzlü bir adalet sistemi karşısında meselenin ne boyuta gideceği kestirilememektedir… 

Ermeni iddialarına hak,hukuk gibi kavramları hiçe sayarak yaklaşan AB parlamentosu da 18 Haziran 1987 tarihinde Ermenileri cüretlendiren bir karar almıştı. 

Bu kararların Fransız parlamenterlerin aktif çabasıyla çıkarıldığı da bilinmektedir... 

AB parlamentosu 15 Kasım 2000 Tarihinde de Türkiye’nin Tam üyelik yolunda bir rapor görüşülürken, Rapötörün itirazına rağmen sözde soykırım iddialarını kabul etmesini ifade eden bir önergeyi kabul etmiştir. 

Bu bağlayıcı olmasa bile AB’nin meseleye bakışı açısından fikir vericidir. 

Şimdi aynı hata stratejik ortak ABD dış ilişkiler komisyonunda tekrar etmiştir. 

Yani Diasporanın sistemli yalanları ABD temsilciler meclisinde yandaş bulmuştur. 

Diasporanın asıl hedefi belki de kullanıldıkları merkezlerden sağladıkları mali kaynaklarını kaybetmemektir.. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder